Huzursuzluğa Övgü: “Ten, Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Kılıftır”
Bjørn Rasmussen’in “Ten, Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Kılıftır” adını taşıyan romanı, uzun ve yorucu bir yolculuğu samimi bir dille anlattığı, çocukluktan başlayan ve aile kavramına dair de birçok fikir beyan eden bir metin. Yazarın cesur dilini sakınmadan paylaştığı, otobiyografi türünü andıran özellikler taşıyan roman, içerisinde yer yer okuyanı zorlayacak bölümler barındırıyor.
Kahramanın Kara Tarihi
Alakarga Yayınları’ndan çıkan Ten, Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Kılıftır kitabı, öncelikle toplumsal kalıpların dışında kalanlara dair söz söylüyor. Bir kenara itilmiş, hırpalanmış, maneviyattan uzak bir geçmişe sahip olanlara şerh düşen, bunu yaparken de toplumun kıyısında olmaya özgü bir biçimde sert ve cesur bir dil kullanılan romanda, anlatılanların Rasmussen’in yaşam öyküsü olduğuna dair bir hisse kapılmamak mümkün olmuyor. Bunun ana sebebi ise tamamen kullanılan dil ile alakalı. Sadece çocukluğun, gençlik dönemlerinin ve ailenin içerisinde olduğu ruhsal ve psikolojik durumları değil, karakterin cinsel yaşamına dair de birçok ayrıntının paylaşıldığı bölümleri barındıran romanda Rasmussen, kılıcını çeken bir şövalye misali kullandığı dil ve anlatımla yerleşik ahlak kalıplarını bir kenara iterek trajik, boğucu ve keskin bir hikâye anlatmış. Ailenin mahremine müdahale ederek kutsal addedilen olguları bir bir kenara iten yazar, çizdiği bu hat üzerinden sapmadan devam ediyor ve ortaya kışkırtıcı, tehlikeli ve sert bir roman ortaya çıkarıyor.
Roman için yapılacak ilk ve en doğru saptama, kahramanın derdini anlatmak için herhangi bir şeyden kaçınma veyahut derdini gizli saklı söylemeye ihtiyaç duymadığı olacaktır. Yalın denecek derecede direkt konuşan, ağdalı bir dilden kaçınıp karşısındakini “dünya dertleri”yle baş başa bırakan kahraman, her ne kadar biraz irite edici olsa da gerçeklere giden yolun kısa olduğunu hatırlatırcasına basit ve etkili sözcüklerle bir tufan yaratıyor. İçten içe önce bireysel, sonra da kolektif bir yıkımı tasarlayan, bu tasarlama sürecini ise kalıplaşmış kural, tabu ve yasaları hiçe sayarak yapan ve her satırda özeleştiri yapmaktan da geri durmayan bir antikahramanın hayattan olabildiğinde uzaklaşan yolculuğu anlatılıyor.
Huzursuzluğa Övgü
Olayların -ki aslında olaylardan ziyade durumların, buhranların- geçişli bir şekilde anlatıldığı romanda, kâh kahramanın çocukluğuna kâh yetişkinlik dönemine gidiyoruz. Etrafı duvarlarla örülü korunaklı hayatın avantajlarını reddeden, konformizme kafa tutan, tozpembe hayatı ve makul davranışları yadsıyan kahramanın bunları yaparken en büyük dayanağı ise bedeni oluyor.
Neredeyse her sayfada hem somut hem de soyut anlamda bedene dair saptamalar kendine yer buluyor. Bilhassa cinsellik kisvesi altında bedene dair bir anlatı oluşturan yazar, bu anlamda bireysel ilişki ve özel hayat ekseninde geniş bir alan sağlarken, aile yaşamına dair emarelerin bulunduğu pasajlarla sorunların travmatik kökenlerini de işaret ediyor. Örneğin, “Aile mutlaktır, aile istemese de kördür, bunu biliyoruz,” cümlesi, kahramanın aile kurumuna olan bakışını özetler niteliktedir. Nitekim aile ile ilişkilerini anlattığı bölümlerde, ileride yaşayacağı aidiyet sorununun izlerini de açık bir şekilde anlatıyor. Ama bu “sorunun kökenine dair” anlatılar her ne kadar önemli olsa da aile-sonrası diyebileceğim dönemlere dair söyledikleri çok daha fazla öne çıkıyor. Çünkü bu dönemde, arkasında bırakmaya çalıştığı yerleşik kuralları; ikili ilişkiler, duygusal boşluklar ve az da olsa maddiyat yüklü buhranlı dönemle birlikte anlatıyor.
“Kabiliyetli benlik, alım gücü yüksek benlik, satın alınan benlik. Mikrop kapan, IKEA’laşmış, üretilen, plastikle kaplanan benlik” derken tüketim alışkanlıklarına, yapaylığa ve samimi olmayan her şeye karşı bir isyanı kendince organize ediyor. Kahramanın duygusal anlamda sağlıklı bir ilişki kurabildiği tek canlının at olması, kendini insandan ayırt etme çabasının bir ürünü olarak yorumlanabilir. Atın bir tür terapi gibi konumlandırılması, kahramanın bize anlattığı trajedi ile birlikte düşünüldüğünde yapbozun eksik olan kısmını da tamamlıyor.
Ten, Organları Sarıp Sarmalayan Elastik Kılıftır adeta bir huzursuzluk romanı. “27 yaşındayım, uzun süredir mittim, şimdi ise gri bir et yığını” cümlesi, kahramanın nasıl bir ümitsizliğe düştüğünü gösteren belge gibi duruyor. Kısa hayatına çok fazla toplumsal yara sığdırmış bir karakterin gözünden bedene, algılara, ilişkilere ve dünya haline rest çekmeye dair can yakıcı bir roman.